Geçmişten Günümüze Sağlığın Tarihi

  • Genel Sağlık
  • Geçmişten Günümüze Sağlığın Tarihi için yorumlar kapalı
  • 1.110 kez görüntülendi

Geçmişten Günümüze Sağlığın Tarihi

Geçmişten Günümüze Sağlığın Tarihi

Avrupa’da o tarihlerde hastane yoktu. 18’inci asırda hastaneyi İslam aleminden öğrenen Avrupa, medeniyetimizin kurmuş olduğu “darüşşifa”, “bimeristan”, “maristan” ve farklı diğer isimlerle anılan hastanelerimizi örnek alarak, kendi hastanelerini inşa etmeye başladılar.

İLKLERİN HEKİMİ MUHAMMED RAZİ

İLKLERİN HEKİMİ MUHAMMED RAZİ

İLKLERİN HEKİMİ MUHAMMED RAZİ 

Medeniyetimizin yetiştirdiği ilk meşhur doktor Ebu Bekr Muhammed Razi’dir (854-923). O dönemde aynı hastalık olduğu sanılan kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı hastalıklar olduğunu ilk o keşfetmiştir. Aynı zamanda göz ameliyatını fenni usulle yapan ilk doktordur. 100’e yakın eseri vardır. Batı dillerine çevrilen çoğu kitabı, ders kitabı olarak kabul görmüştür. Avrupa’da Razos ismiyle meşhurdur.

TIBBA YÖN VEREN İBN-İ SİNA

İBN-İ SİNA

İBN-İ SİNA 

ibn-i Sina ise 980’de Buhara

civarındaki Afşar’da doğdu ve asırlarca dünya tıbbim etkileye¬rek yön verdi. Müslüman olan ibn-i Sina, birden fazla doktor yetiştirmiştir. Kanun ve Şifa adlı eserleri batı dillerine çevrilmiş ve 600 yıla yakın ders kitabı olarak kullanılmıştır, ibn-i Sina, aynı asırda yaşayan büyük alim El-Biruni’nin (973-1051) tıp ve eczacılığa dair 1050 senesinde (80 yaşındayken) tamamladığı Kitab-üs-Saydalâ isimli eseri Avrupa dillerine çevrilmiş ve batının tıp okullarında kaynak kitap olmuştur.

CERRAHİNİN BABASI ZEHRAVİ

CERRAHİNİN BABASI ZEHRAVİ

CERRAHİNİN BABASI ZEHRAVİ 

936-1013 yılları arasında Endülüs’te yaşayan Ez-Zehravi (Ebü’l-Kasım Halat ibn-i Ab- bas) o kadar meşhur olmuştur ki Avrupa dillerinde bir düzineden çok ismi vardır. “Cerrahinin babası” olarak kabul görmüştür. Pek çok cerrahi alet keşfetmiş ve nasıl kullanıldıklarını en ince noktalarına kadar açıklamıştır. Cerrahi, dahiliye, göz hastalıkları, ortopedi, beslenme, eczacılık, kısaca tıbbın tüm dallarını ihtiva eden 30 ciltlik bir tıp ansiklopedisi yazmıştır. Et-Tasrif ismini verdiği bu kitap öyle meşhur olmuştur ki, Avrupa’nın birçok üniversitesinde 12. asırdan 17. asra kadar, tıp eğitiminde ibn-i Sina’nın Kanun kitabının yerini almıştır.

DERS KİTAPLARINDA İSLAM HEKİMLERİNİN İMZASI

Ortaçağ ve Rönesans Avrupa’sı, “Hipokrate” ve “Galien”den çok, İslam doktorler mektebini takip etmiştir. Razi ile ibn-i Sina’nın eserleri, 17’nci asırda Louvain Üniversitesi’nin tıp tedrisatının esasını teşkil etmiştir. ibn-i Sina tercümeleri tam 600 sene, Avrupa üniversitelerinde ders kitapları olarak tedris edilmiştir.

YABANCI YAKARKEN, MÜSLÜMAN TEDAVİ EDİYORDU

Ortaçağda Avrupa batıl inançlar ve karanlıklar içinde yüzer¬ken Müslümanlar tıp ilminde de zirvededirler. Batıda akıl hastaları “şeytan tarafından tutulmuş kimseler” olarak canlı canlı yakılırken, Müslümanlar bunların tedavisi için özel hastaneler kurmuşlardır. “Ey Allah’ın kulları! Hasta olunca, tedavi ettiriniz! Çünkü Allahü Teâlâ hastalık gönderince ilâcını da gönderir” Hadisi Şerifi medeniyetimize ışık tutarken, Ortaçağ Avrupası’nın dünyasının Kilise öğretmeni Tatian şu şekilde ifade ediyordu: “Dünyevi ilaçlara, ot ve köklere inanmak Allah’a karşı bir güvensizliği ifade eder, ilahi kudrete başvurma yerine neden bir köpek gibi otlar; geyik gibi yılanlar; domuz gibi ıstakozlar; katiyenn gibi maymunlarla tedavi olmayı tercih ediyorsunuz?” Herhalde o dönem medeniyetler arasındaki farklılığı anlatmak için başkaca söze gerek yoktur.

SELÇUKLU’DA SAĞLIK HİZMETİ

Türklerin Anadolu’ya gelmeden önceki yaşamlarında sağlık örgütleri arasında (1154-1354) Şam’da, Musul’da ve Halep’te çeşitli isimler altında yaptırılan hastaneler vardır. Musul’da Ebu Sait Gökbörü’nün (1159-1232) yaptırdığı sıhhi tesisler, çeşitleri bakımlarından ilgi çekmektedir. Gökbörü, hasta ve körler için dört bina yaptırmıştır. Bundan diğer, dul kadınlar için bir bina, ufak yetimler için bir yetimhane ve sokaktan toplanan yavrulara bakmak için bakım yurtları açtırmıştır. Bu kimsesiz çocuklara süt anneler belirleme edilmiştir.

ASKERİ HEKİMLİK

Büyük Selçuklular döneminde, askeri doktorliğe de önem verilmiş olduğu, Sultan Mahmut zamanında doktorleri, müstahdemleri, ilaçları, tıbbi aletleri ve çadırlarıyla beraber gezici bir (Bimaristan) hastane olduğu ve bu hastanenin 40 deve ile taşındığı bilinmektedir.

USTA-ÇIRAK YÖNTEMİ

Anadolu Selçukluları döneminde Hekim, Cerrah ve Kehhallar, ustaçırak tekniğiyle yetiştirilmiştir. Aktarlar ve Kökçüler tıp eğitimi ve hasta tedavisi için gerekli ilaçlar sağlamışlardır. Bu dönemde Darüşşifaların yanı sıra fakirların beslenmesi için imarethaneler açılmış, temiz içme suyu için yoğun çabalar harcanmış ve şahsi temizliği sağlamak üzere hamamlar yaptırılmıştır.

HASTANELER DÖNEMİ

Anadolu’da sağlık kuruluşlarının yapımı vakıflar vasıtasıyla 13. yüzyıl başlarına rastlamaktadır. Bu eserler arasında dini eğitim yapan medreseler ve tıp medreseleri ile darüşşifalar (hastaneler) ve Hidro-terapi için kaplıcalar inşa bulunmaktadır. Anadolu Selçukluları döneminde birden fazla hastane yapıldığı kayıtlarda mevcuttur.

OSMANLI’DA SAĞLIK

Osmanlı Darüşşifaları, Türk- islam dünyasındaki hastaneler, “darüşşifa” kelimesi ile beraber “bimeristan”, “maristan” isimleri yanısıra “darülsıhha, da- rulafiye, darulmerza, şifaiyye bimarhane, tımarhane” gibi isimlerle anılıyordu. Haseki, Gureba, Şişli Etfal hastaneleri, bu vakıf hastanelerin günümüzde de hizmet vermeye devam eden örnekleridir. Bir de tabhaneler vardır. Hastanelerden taburcu edilen bünyesi

zayıf hastalar bir müddet bu¬ralarda misafir edilirdi. Genellikle hastanelerin tabhaneleri de vardı.

ÇİÇEK VE MUSİKİ İLE TEDAVİ

Yapılışından bir buçuk asır sonra, Edirne’de II. Bayezid tarafından 1488’de tesis edilmiş bulunan vakıf hastanesinin akıl ve ruh hastalarına mahsus bimarhane kısmını gezen Evliya Çelebi, burada çiçek yetiştirerek, onların hoşliği ve kokusu ile hastaları tedavi ettirirdi. Bu amaçla, lale, sümbül, reyhan, karanfil gibi çiçekler kullanılırdı. Ayrıca, musiki ile tedavide uygulanırdı. Haftanın iki günü eczanelerden her isteyene ücretsiz ilaç dağıtıldığından bah¬setmektedir. Bugün bu tesis Edirne Tıp Fakültesi tarafından klinik ve Tıp Tarihi Enstitüsü olarak kullanılmaktadır.

FATİH SULTAN MEHMED’İN SAĞLIĞA KATKISI

Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethedilmesiyle beraber, akli ve nakli ilimlerin öğretilmesi için Fatih Külliyesi inşasına başlanmış ve burada bugünkü İstanbul

Tıp Fakültesinin temeli atılmıştır. Fatih Külliyesi’nde bulunan Darüşşifa’ya doktor, cerrah, göz mütehassısların belirlemesiyle beraber, hasta bakımının yanı sıra eğitim ve öğretim bir arada yürütülmüş. Halk sağlığına önem veren Fatih, Darüşşifa kadrosuna eczacı da tahsis et¬miştir.

Evliya Çelebi, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’da 1470’ te yaptırdığı Fatih Darüşşifası’nı, yani akıl hastanesini şu sözlerle anlatır:

70 odası, 80 kubbesi ve 200 hademesi olan bu tımarhanede gelen her hastaya bakılır ve hastalığına makul ilaçlar verilir. Hastaların sırmalı ve ipekli gecelikleri vardır. Her gün iki öğün ve lezzetli çeşit çeşit yemekler pişirilerek dert sahiplerine dağıtılır. Hastaların hastalıklarının iyileşmesi için saz çalanlar ve şarkı söyleyenler de bulunur.”

UYGULAMALI EĞİTİM

Süleymaniye Medresesi Kanunî Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Bu külliyede de öğrenciler tıp eğitimi alırken medresedeki hastane ile uygulamalı eğitim görüyorlardı. Süleymaniye Medresesi’ni diğerlerinden ayıran önemli bir özellik içerisinde bulunan ilaç hazırlama yeri idi.

II.Selimin eşi, III. Murat’ın ise annesi Nurbanu Sultan tarafından 1570’lerde Mimar Sinan’’a yaptırılan külliye 28 dönüm alan içerisinde kurulu olup,11 bölümden oluşur. OsmanlInın ilk akıl hastanesi de bu eser içerisinde “Darulşifa” adı altında kurulmuştur. Bu bölümün içinde bulunan sedir ağacı da orta doğunun en yaşlı sedir ağacıdır.

OSMANLI’NIN İLK AKIL HASTANESİ

Osmanlı imparatorları’ndan II. Selim’in eşi, III. Murat’ın ise annesi Nurbanu Sultan tarafından 1570’lerde Mimar Sinan’a yaptırılan külliye 28 dönüm alan içerisinde kurulu olup, 11 bölümden oluşur. OsmanlInın ilk akıl hastanesi de bu eser içerisinde “Darulşifa” adı altında kurulmuştur. Bu bölümün içinde bulunan sedir ağacı da orta doğunun en yaşlı sedir ağacıdır.

AVRUPA’DA HASTAYA İŞKENCE YAPILIYORDU

Avrupa’da ise aynı dönemlerde, deliler ile “cadılık’’ arasında tuhaf ve lüzumsuz bir bağ kurulmuştur. Cadılara yapılacak muameleler ile işkenceleri anlatan Malleus Meleficarum gibi kitaplar yazılırken, hastalar kilisenin kurduğu merkezlerde işkence görmekte, kötü ruh taşımakla, hatta “şeytan olmakla” suçlanıyordu. Tedavi de genelde cezadan ibaret kalmakta, ileri derecedeki hastalardan bazıları “içlerindeki şeytandan kurtarmak” maksadı ile diri diri yakılmaktadırlar.

BUGÜNÜN TÜRKİYE’SİNDE SAĞLIK

Bugünün Türkiye’si sağlıkta dönüşüm modeliyle sosyal güvenlik şemsiyesini son derece genişletmiş, ileri tıp teknolojisini aktarım etmiş, dünyaca kabul gören doktorler yetiştirmiştir. “Allah devası olmayan hiçbir hastalık yaratmamıştır” Hadis-i Şerifi’ne muhatap olan medeniyetimizin henüz teşhis ve tedavisi tanımlanmamış hastalıklar ile ilgili ciddi araştırmalar yapmak, gerekli teknolojiyi üretmek, tedavi tekniklerini ve ilaçlarını keşfetmek mesuliyeti vardır. Ülkemiz kaynaklarının ülkemiz doktorlerine sunulması durumunda tıp alanın da medeniyetimizin tekrar hak ettiği noktaya ulaştırılmasında şüpheye yer yoktur. Unutulmaması gerekir ki insan sağlıklı bir beden ve ruha sahipse düşünür, üretir ve inanır.

Etiketler:

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.